Bir Zorba Kolay Yetişmiyor (!)
Zorbalık sadece saksıyı atanların değil, attıranların da günahıdır..
Gündem üzerine yazmamayı tercih ediyorum aslında. Çünkü gündemdeki bütün olayların dar bir alana hapsedilerek, entelektüel bir tembellikten ileriye gidemeyen ucuz siyasi argümanlarla açıklanmaya çalışıldığı bir ortamda susmayı seçiyorum. Bundan sebep hazır gündemden düşmüşken konuşma sırasının bana geldiğini düşündüm.
Malumunuz, günler önce çalışanının kafasına saksı atan bir beyefendi (!) üzerinden iş yerinde aleni ve örtülü mobbingleri konuşmuştuk. Umarım o çalışanın sağlık durumu tamamen iyileşmiştir ve saksıyı atan da bunun hukuken cezai bedelini ödeyecektir. Bu mesele tamam.
Peki saksıyı atan kadar, atabilecek cesareti veren koşulları oluşturmak da büyük ahlaksızlık değil midir?
Dikkatinizi çekerim: suçu değil ahlaksızlığı soruyorum?
Konunun Derini: Zorbalığı Teşvik Eden Kültür
Son söyleyeceğimi ilk söyleyeyim; bu teşviği hep birlikte sağlıyoruz.
Şöyle ki insanın sosyalleşmesinin kaçınılmaz bir sonucu toplumu oluşturan bireylerin birbirlerine karşı sorumluluklarıdır. Kanuni sorumluluklardan değil, doğru–yanlış algısından bahsediyorum. Toplumsal düzen sadece kanunlarla sağlanamaz; yazılı olmayan kurallar, bireyin toplum içindeki davranışları bu düzenin temelidir.
Kanunlardan bağımsız olarak biz ne yapıyoruz? Zorbalığı teşvik ediyoruz, pohpohluyoruz, hatta önünü açıyoruz. Ve fakat bunu yeni veya kısa bir süredir yapmıyoruz. O yüzden toplumsal çürümecileri biraz uzaklaştırayım isterim çünkü bu saksı vakası ya da iş yerinde yaşanan mobbingler, aslında daha büyük ve yapısal bir problemin semptomu sadece.
Ha bu arada zorbalık iş yerine özgü bir problem de değil; iş yeri zurnanın son deliği.
Çocuklukta zorbalığına göz yumulmuş, takdir edilmiş, hatta teşvik edilmiş insanlar yetişkin olduğunda toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket etsin diye beklemek abesle iştigal.
Haliyle genel geçer “toplumsal çürüme var işte” gibi sorunları basite indirgeyip aslında tek bir şey değiştirince her şey düzelecekmiş gibi edilen beylik laflar; mikrodalgada ısıtılmış yemekler kadar tatsız. Bu fenotipler değil sorunlarımızı tespit etmek ve çözüm yolu üretmek, bizi kutuplaşmaktan başka bir yere götürmezler.
Peki bu Zorbalık Nerede Başlıyor ?
Biraz sistematik gidelim. Zorbalığın teşvik edildiği sistem iki temelin üzerinde: aile ve eğitim sistemi.
Aile: Kurnazlığı telkin eder, övülesi bir meziyet gibi gösterir. Çocuğun kafasına, bu hayatta başkalarının üzerine basarak ilerlenebileceği fikrini yerleştirir. Ya da tam tersine, “olan sana olur” telkinini verir ve eylemsizliğe iter.
Eğitim Sistemi: Çocuğun aile dışındaki ilk resmi otoriteyle temasıdır. Öğretmen “ister dinleyin ister dinlemeyin, ben maaşımı alırım” der. Okul yöneticisi nüfuzlu öğrenciyi kayırır. Disiplin yönetmeliği düzeni korumak yerine öğrenciyi sindirmek için kullanılır.
Şimdi bu iki sistemden çıkmış bireyleri düşünün; bir tarafta dünyayı kendi eksenlerinde döndürenler, diğer tarafta bana ilişmesinler de ne olursa olsuncular. Benim jenerasyon biraz daha ikinci gurup.
Sonuç: Ailesinden kurnazlığı öğrenmiş, okulda da otoritenin zorbalığa göz yumduğunu görmüş, bugün birinin başına gelen zorbalığın yarın kendisine geleceğini idrak etme yetisi elinden alınmış bir öğrenci, 12 yıl sonra sosyal hayat hakkında nasıl bir sonuç çıkarabilir ki?
Şimdi bunun çalışma hayatındaki yansımasına bakıyoruz. Yani omurgasızlık kültürü ve anlamakta zorlandığım bir şekilde bunun en öndeki aktörleri İnsan Kaynaklarına.
Şimdi bir tarafta zorbalığa teşvik edilenler dedik, öteki tarafta sesini çıkarmamaya teşvik edilenler. Ve bu sistem bu şekilde yolunu bulurken bir de bu sistemin yardakçılarını görüyoruz. Kim bunlar? Mesela maaşlı çalışan dünyasında olaylarıı örtbas etmeye çalışan yöneticiler ve en çok da İnsan Kaynakları.
Düşünün ki personeline bağıran bir yönetici için “onun iletişim tarzı öyle” diyen İK ne yapmış olur, böyle böyle omurgasızlık kültürünü kurumsllaştırmış olur.
İzin alamadığınızı söylediğinizde “ohooo ben ne izinler alamadım” diyen kişi de aynı kefededir: yardakçı, omurgasız, lapacı. E şimdi bunlar en az saksı atanlar kadar sorumlu değil midir?
Şimdi o saksıcı beyefendi (!) spot altındaydı bir süredir, linç ediliyordu vs.. Bugün ise unutuldu bile. Ama mevzu şu: Testi kırıldıktan sonra tokat atmak anlamsızdır. Asıl mesele testi kırılmadan önce önlem almaktır.Bu sorunlar sadece iş yaşamında değil tabi günlük yaşama döndüğümüzde de durum aynı.
Velhasıl bir grup kendini kuralların üzerinde görüyor, diğerleri ise bu davranışları normalleştiriyor. Böyle bir toplumda toplumsal sözleşme çöker, yerine orman kanunları gelir. Ondan sonra saksı da atılır, önündeki arabadan döner bıçağıyla da inilir. Bunları görmek için sadece İstanbul iş çıkış trafiğine girmeniz yeterlidir 🙂
Bunlar tespitler. Bu tespitler ile ilgili yapılması gerekenleri de derinlemesine bir yerden bir sonraki yazıda ele alacağım.
Alperen AÇIKOL
