Skip links

Otoriter Rejimler Serisi 6 – Benito Mussolini : Faşizmin Beden Bulmuş Hali

20.yüzyıl Avrupa’sı, otoriter liderliklerin gölgesinde şekillendi. Ancak bu karanlık tabloda Mussolini’nin yeri bir “ilk” olarak apayrıdır. Faşizmi yalnızca uygulayan değil, kavramsallaştıran, isimlendiren ve kurumsallaştıran bir figürdür Benito Mussolini. İtalya’da liberal monarşinin çöküşüyle ortaya çıkan siyasal boşluk, onun otoriterliği inşa edebilmesi için uygun zemini sunarken; Mussolini de bu zemini karizma, propaganda ve şiddet ile doldurdu. Kendisinden sonra gelen Hitler’e ilham vermekle kalmadı, modern çağın popülist ve baskıcı liderlerinin başvurduğu araçların pek çoğunu prototip olarak sundu.

Bir Savaşın Artçı Sarsıntısı: Kaotik İtalya

I. Dünya Savaşı’ndan yorgun ve yoksul çıkan İtalya, siyasi kaos, ekonomik kriz ve kitlesel huzursuzluklarla boğuşuyordu. Versay Antlaşması ile hayal kırıklığına uğrayan İtalya’da “yarım zafer” fikri, milliyetçi çevrelerde derin bir öfkeye dönüştü. Öte yandan sol hareketler güç kazanıyor, işçi grevleri ve kırsal toprak işgalleri artıyordu. Tam da bu ortamda Benito Mussolini sahneye çıktı.

Başlangıçta sosyalist olan Mussolini, savaşla birlikte pozisyon değiştirdi. 1919’da kurduğu Fasci di Combattimento, anti-komünist, anti-liberal ve radikal milliyetçi bir çizgide şekillendi. “Güçlü lider, güçlü devlet” vaadiyle halkın desteğini kazandı. 1922’de gerçekleşen Roma Yürüyüşü, kralın pasif onayıyla sonuçlandı ve Mussolini başbakan olarak atandı. Bu, anayasal düzenin içinden çıkan bir devrimdi; yani otoriterlik, sistemin içinden türemişti.

Devlet Benim, Ahlak da Benim

Mussolini, kısa sürede parlamenter rejimi işlevsizleştirdi. 1925’te diktatörlüğünü ilan etti. Ancak onu farklı kılan, salt zorbalığı değil; otoritesini ideolojik bir bütünlükle pekiştirme çabasıydı. Faşizm, onun elinde sadece bir siyasal sistem değil, bir yaşam tarzı haline geldi. Kıyafetten çocuk eğitimine, sanattan mimariye kadar her alan, faşist estetikle biçimlendirildi. Vatandaş, yalnızca devlete değil, Duce’ye (Lider) biat etmekle yükümlüydü.

Toplumun her kesimi, faşist ideolojinin parçası hâline getirildi. Gençlik örgütleri kuruldu, çocuklara küçük yaştan itibaren Mussolini sevgisi aşılandı. Kadınlara “asker doğuran anne” rolü biçildi. Yani rejim sadece siyaseti değil, gündelik hayatı da kontrol altına aldı. Totaliterliğin ayırıcı özelliği olan yaşamın her alanını biçimlendirme arzusu, burada ilk defa kurumsallaştı.

Kilise ile Uzlaşma: Dini Ahlakın Siyasallaşması

Mussolini’nin zekice hamlelerinden biri de Vatikan’la uzlaşarak Katolik Kilisesi’ni yanına almasıydı. 1929’da imzalanan Laterano Antlaşması ile Vatikan’ın bağımsızlığı tanındı; buna karşılık Kilise, faşist rejimi meşru gördü. Böylece Mussolini, hem muhafazakâr seçmenleri kazandı hem de toplumsal meşruiyetini artırdı. Bu, modern otoriter liderlerin dinî kurumlarla kurduğu simbiyotik ilişkilerin ilk örneklerinden biridir.

Faşizm Nedir? Kavramın Kökleri

“Faşizm” kelimesi, Mussolini’nin kurduğu hareketle literatüre girmiştir. Latince fasces kelimesinden türetilmiştir; bu, Roma döneminde birlik ve otoriteyi simgeleyen, bir araya bağlı çubuk demeti ve baltadan oluşan bir semboldü. Mussolini, bu sembolü çağdaş İtalya’nın ruhuna uyarladı: bireyin değil, kolektif gücün yüceltilmesi. Faşizm bireyselliğe, çoğulculuğa, muhalefete ve özgür basına düşmandı. Carl Schmitt’in deyimiyle “Egemen, istisnai duruma karar verendir” sözü, Mussolini’nin hukuk dışı ama meşru gibi sunulan rejimini gayet iyi tarif eder.

Mussolini’den Trump’a: Faşizmin Ayak Sesleri

Mussolini sadece bir tarihsel figür değil, aynı zamanda bugünü anlamak için de bir anahtardır. 2000’li yıllarda birçok ülkede popülist otoriter liderlerin yükselişi, Mussolini’nin stratejilerinin modern versiyonlarıyla örülüdür. Ulusal travmaları siyasal sermayeye dönüştürmek, medyayı düşman ilan etmek, kurumları partiye sadakatle yeniden şekillendirmek, toplumsal kutuplaşmayı bilinçli olarak derinleştirmek gibi yöntemlerin ilham kaynağı, faşizmin tarihsel mirasıdır.

Tarihin trajik ironisi şu ki; Mussolini, kendisini tarihe geçen büyük bir devlet adamı olarak görmek istiyordu. Oysa 1945’te partizanlar tarafından infaz edildiğinde, cesedi Milano’da baş aşağı asıldı; halkın öfkesiyle yumruklandı, tekmelendi. Bu hazin son, halkın kutsallaştırılmış lider kültüyle arasındaki mesafenin nasıl açıldığını da simgeliyordu.


Mussolini dönemi, bize sadece bir diktatörlüğün değil, bir toplumun nasıl dönüştürüldüğünün de hikâyesini anlatır. Bu yönüyle yalnızca İtalya’ya ait değil, küresel ölçekte yankılanan bir uyarı niteliğindedir. Faşizm, sandıktan çıkmasa da sandığın içini boşaltarak gelir. Otoriterliğin en tehlikeli biçimi, sistemin kendisiyle oynayanıdır.

İlker YILDIZ