Skip links

Otoriter Rejimler Serisi 10- Kim Hanedanı: Kuzey Kore’de Monarşi Otoriterliği

Dünyada çok az rejim, otoriterliğin hanedanlaşmış hâlini Kuzey Kore kadar uzun ömürlü ve sistematik şekilde uygulayabilmiştir. 1948’de Kim İl-sung’un temellerini attığı bu rejim, 1994’te Kim Jong-il ile devam etmiş, 2011’den itibaren de Kim Jong-un’un liderliğinde üçüncü kuşağa ulaşmıştır. Bu yapıyla Kuzey Kore, hem komünist, hem milliyetçi, hem de teokratik motifler taşıyan hibrit bir diktatörlük formuna dönüşmüştür.

Kuruluş: Kim İl-sung ve Juche İdeolojisinin İnşası

Sovyetler’in desteğiyle 1948’de Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni kuran Kim İl-sung, yalnızca bir lider değil, aynı zamanda ulusun “ebedi kurtarıcısı” ilan edildi. Rejimin ideolojik temelini oluşturan Juche —özgüven, dışa bağımsızlık ve askeri özerklik— hem komünizmin klasik ilkelerinden sapmayı hem de halkın sürekli seferber hâlde tutulmasını sağladı.

Parti, ordu ve devlet aygıtı iç içe geçti. Tek bir kişinin ağzından çıkan söz, yasa sayıldı. Bu dönemde Çin ile ilişkiler zaman zaman gerginleşti; Sovyetler Birliği’yle yakınlık ise sürekli dalgalı bir seyir izledi. Ancak tüm bu dış politika değişkenliklerine rağmen içeride rejimin tek bir yönü sabitti: Kim İl-sung’un mutlak otoritesi.

Kalıtımsal Dönüşüm: Kim Jong-il Dönemi

1994’te Kim İl-sung’un ölümünden sonra yerine geçen Kim Jong-il, rejimi babadan oğula geçen mutlakiyetçi bir monarşiye dönüştürdü. Bu geçiş, klasik sosyalist sistemlerin teorik çerçevesine tümüyle aykırıydı; çünkü sosyalist sistemler seçime, kolektif yapıya ve eşitliğe dayandığını iddia ederken Kuzey Kore’de liderlik bir kalıtımsal hak olarak sunulmuştu.

Kim Jong-il döneminde songun (önce ordu) politikası benimsendi. Askeri harcamalar devasa boyutlara ulaştı. Halk yoksullukla mücadele ederken, rejim nükleer silah geliştirmeye başladı. Bu, hem içerde bir “düşmana karşı hazırlıklı olma” retoriğini diri tuttu, hem de dış politikada şantaj aracı olarak kullanıldı.

Propaganda, Kült ve Gerçekliğin Çarpıtılması

Kuzey Kore rejimi, lider kültünü yalnızca politik bir araç olarak değil, adeta dini bir inanç sistemi gibi kurdu. Kim İl-sung’a “Güneş”, Kim Jong-il’e ise “Sevgili Lider” deniyordu. Çocuk kitaplarından ilkokul marşlarına, okul müfredatından duvar afişlerine kadar her şey, liderlerin yüceltilmesi üzerine inşa edildi.

Devlet kontrolündeki medya, “dış dünyanın yok” sayıldığı bir alternatif gerçeklik üretti. Bu çerçevede, Kim Jong-il’in bir golf oyununda 18 vuruşta 11 hole-in-one yaptığı gibi efsaneler bile “haber” olarak sunuluyordu.

Kim Jong-un ve Rejimin Sürdürülmesi

2011’de babasının ölümüyle göreve gelen Kim Jong-un, başta Batı dünyasında “genç ve Batı eğitimli bir reformist” olarak tanımlansa da kısa sürede seleflerinden daha sert bir lider olduğunu gösterdi. Amcası Jang Song-thaek’i vatana ihanetle suçlayarak idam ettirmesi, potansiyel tüm iç muhalefete açık mesaj niteliğindeydi.

Kim Jong-un döneminde nükleer denemeler arttı, uluslararası yaptırımlar sertleşti. Buna rağmen rejim, içeride ayakta kalmaya devam etti. Gıda kıtlığı, bilgi akışının kısıtlılığı, dış dünyadan tecrit hâli, halkın sistemle bağını koparmasını engelledi.

Kuzey Kore’de devlet, yalnızca bugünü değil, geçmişi de denetler. Tarih kitapları rejime sadık biçimde yeniden yazılır. Geçmişin hatırlanma biçimi, liderin nasıl anılacağını belirler. Bu nedenle, sadece fiziksel değil, epistemolojik bir otoriterlik söz konusudur.

Amerikalı akademisyen B.R. Myers, Kuzey Kore’nin klasik bir komünist rejim değil, etnik-milliyetçi bir yapıda, faşizan özellikler taşıyan bir “gerçeklik balonu” olduğunu savunur. Ona göre rejim, halkı dış dünyanın “kirli, ahlaksız ve saldırgan” olduğuna ikna ederek sürekli tehdit altında bir millet imajı yaratır. Bu da, rejimin baskıcı aygıtlarını meşrulaştırmasının temelidir.

Kim Hanedanı’nın otoriterliği yalnızca ideolojik veya siyasi değil, varoluşsal bir kontrol biçimidir. İnsanların yalnızca ne düşündüğü değil, ne düşünebileceği de kontrol altındadır. Korku, kült ve soybağı bu rejimin temelidir.

Kuzey Kore rejimi, otoriterliğin yalnızca tek kişiyle değil; bir soyla, bir tarihle, bir inanç sistemiyle de inşa edilebileceğini gösteren trajik bir laboratuvardır.

İlker YILDIZ