Skip links

Nelson Mandela: Özgürlüğün Sessiz Mimarının Uzun Yürüyüşü

Bazı hayatlar vardır; yalnızca yaşandıkları toprakları değil, insanlık tarihinin yönünü değiştirir. Nelson Mandela’nın hayatı da işte bu istisnalardan biridir. Sömürgecilik sonrası Afrika’nın, ırk ayrımcılığının en kurumsallaşmış hâliyle hesaplaşmak zorunda kalan Güney Afrika’sında Mandela, sadece bir lider değil, bir vicdan olarak tarih sahnesine çıktı. Ama onu “efsane” yapan şey, yalnızca rejime başkaldırması değil; o rejimi değiştirdikten sonra gösterdiği tevazu, sağduyu ve sabırdır.

Apartheid: Bir Rejimden Öte Bir Sosyal Mühendislik Projesi

1948’de Güney Afrika’da iktidara gelen Ulusal Parti, ülkeyi “apartheid” adı verilen bir ırk ayrımı rejimiyle yönetmeye başladı. Siyahlar seçme ve seçilme hakkına sahip değildi. Beyazlarla aynı sokaklarda yürüyemiyor, aynı otobüse binemiyor, aynı banktan hizmet alamıyor, farklı tuvaletleri kullanmak zorunda kalıyorlardı. Hukuk, güvenlik ve ekonomi yalnızca %15’lik beyaz azınlığın çıkarlarına göre düzenlenmişti.

Apartheid yalnızca bir hukuki sistem değil; bir ideolojik mühendislikti. “Beyaz üstünlüğü” fikri, eğitimden şehir planlamasına kadar her alanda içselleştirilmişti. 20. yüzyılda modernliğin en kara lekelerinden biri olarak tarihe geçti

Mandela'nın Yükselişi: Hukukçu, Aktivist, Direnişçi

1918’de Thembu kabilesinin bir prensi olarak doğan Mandela, Witwatersrand Üniversitesi’nde hukuk eğitimi aldı. ANC (Afrika Ulusal Kongresi) saflarında mücadeleye atıldı. Başlangıçta pasif direnişi savundu; fakat 1960’larda Sharpeville Katliamı gibi olaylarla birlikte silahlı mücadeleyi kaçınılmaz gördü.

1961’de ANC’nin silahlı kanadı Umkhonto we Sizwe’yi kurdu. 1962’de tutuklandı. “Devlete karşı komplo kurmak” suçundan yargılandığı Rivonia Duruşmasında şu tarihi sözleri söyledi:

“Hayalini kurduğum özgür ve demokratik bir toplum için savaştım. Bu ideal uğruna ölmeye hazırım.”

27 Yıl Hücrede: Direnişin Hafızaya Dönüştüğü Yıllar

Mandela, 27 yıl boyunca hapishanede kaldı. Özellikle Robben Adası’ndaki yılları, fiziksel değil ama zihinsel bir liderlik inşasıydı. Mandela burada öfkesini törpüledi, düşmanını anlamaya çalıştı, halkının psikolojisini inceledi. Hapisteyken bile halk nezdinde bir efsaneye dönüştü.

Bu süre boyunca dışarıdaki mücadele büyüdü. Güney Afrika’ya karşı uluslararası yaptırımlar uygulandı. Kültürel boykotlar, spor ambargoları, Batı kamuoyunda artan baskı… 1980’lerin sonuna gelindiğinde Apartheid rejimi içeriden ve dışarıdan sarsılmaya başlamıştı.

Mandela’nın Serbest Kalışı: İntikam Değil, Uzlaşı

11 Şubat 1990’da Mandela serbest bırakıldığında beklenen intikam değildi. Zira Mandela, serbest bırakılmadan önce devletle gizli görüşmeler yapmış; geçiş sürecinin kanla değil, siyasetle olması gerektiğini savunmuştu.

1994’te yapılan ilk özgür seçimlerde ülkenin ilk siyahi başkanı seçildi. Ancak iktidara gelir gelmez yaptığı ilk açıklamalardan biri şuydu:

“Bugün beyazların korku günü değildir. Bugün siyahların intikam günü değildir. Bugün, tüm Güney Afrikalıların özgürlük günü, birliğin ve yeniden doğuşun günüdür.”

Onun başkanlığında “Gerçek ve Uzlaşma Komisyonu” kuruldu. Apartheid döneminin mağdurları dinlendi, fail olanlar ise itirafta bulunmaları şartıyla affedildi. Mandela, ceza değil yüzleşme istedi. Bu da onu bir “intikamcı” değil, bir “kurucu lider” yaptı.

Gönüllü Güç Terkî: İktidar Ahlâkının En Yüksek Noktası

Mandela 1999’da ikinci kez aday olmadı. Sadece bir dönem başkanlık yaptı ve görev süresi dolunca makamı terk etti. Bu davranışı, yalnızca Afrika için değil, dünya için bir demokrasi dersi oldu. Otoriterliğe direnen bu tavır, Güney Afrika’da hâlâ hafızalarda en saygın miras olarak yaşar.

Mandela yalnızca bir figür değil, aynı zamanda bir ilke: Adalet, sabır ve uzlaşı ilkesi. Bugünün dünyasında artan popülizm, otoriterleşme, kutuplaşma ortamında Mandela’nın sabırlı direnişi ve demokratik vizyonu bize hâlâ çok şey anlatıyor.

Amerikan siyasal teorisyeni Richard Stengel’in dediği gibi:

“Mandela bir aziz değildi, ama sabrı kutsal sayan bir politik liderdi.”

Demokrasi deneyimi kesintilerle ilerlemiş ülkeler için Mandela örneği kritik. Çünkü Mandela, gücü eline geçirdiğinde hukuku kendi lehine kullanmadı. Mahkemeleri siyasallaştırmadı. Medyayı bastırmadı. Rakiplerini düşman ilan etmedi. Oysa otoriterleşen pek çok ülkede liderler, halk desteğini bahane ederek kurumları kişiselleştiriyor.

Mandela’nın mirası bize şunu hatırlatıyor: Gerçek liderlik, yalnızca kazanmakla değil; gücü sınırlamakla ölçülür.

İlker YILDIZ