Skip links

Mezun Enflasyonu

Bir zamanlar “üniversite mezunu olmak” Türkiye’de neredeyse altın bilezik gibiydi. 1980’lerde ya da 90’larda lisans diplomasına sahip olmak, yalnızca akademik bir başarı değil, aynı zamanda sınıf atlamanın ve güvenli bir gelecek inşa etmenin sembolüydü. O yıllarda üniversite mezunu sayısı düşük, eğitimli iş gücüne talep yüksekti. Ancak bu tablo artık köklü bir değişime uğradı.

 

Mezun enflasyonu nedir, nereden çıktı?

“Mezun enflasyonu” ilk kez 20. yüzyılın ortalarında Anglo-Sakson akademi literatüründe kullanılmaya başlandı. Kavram, üniversite mezunu sayısının hızla artmasıyla birlikte diplomanın iş gücü piyasasındaki değerinin düşmesini ifade ediyor.

Sanayi devrimi sonrası Avrupa’da yükseköğretim, elit bir azınlığın erişebildiği bir ayrıcalıktı. Ancak 1960’lardan itibaren hem Batı Avrupa’da hem de ABD’de “yükseköğretimin kitleselleşmesi” (massification of higher education) süreci başladı. Amaç, daha geniş kitlelere üniversite eğitimi ulaştırmaktı. Bu, kısa vadede sosyal mobiliteyi artırsa da, uzun vadede iş gücü piyasasında lisans diplomasının ayırt edici gücünü azalttı.

Türkiye’de bu süreç, özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren ivme kazandı. “Her ile bir üniversite” politikasıyla üniversite sayısı 200’ün üzerine çıktı, kontenjanlar hızla genişletildi. Ancak ekonomik yapı ve istihdam olanakları aynı hızla büyümedi. Bugün yalnızca İşletme bölümü mezunu sayısı 1 milyonu aşmış durumda. İktisat, Uluslararası Ticaret, Uluslararası İlişkiler gibi benzer alanlar eklendiğinde tablo daha da çarpıcı.

Sonuç: Diploma artık garanti değil

Mezun enflasyonunun yarattığı etki açık:

  • Birçok genç, diplomasıyla ilgisiz işlerde, düşük ücretle çalışıyor.

  • Eğitimli işsiz sayısı artıyor.

  • Üniversite mezunu olmanın toplumsal prestiji ve ekonomik getirisi azalıyor.

Avrupa ile fark nerede?

Avrupa’da —özellikle Almanya’da— üniversite kontenjanları ülkenin ekonomik ihtiyaçlarına göre belirleniyor. Her ile üniversite açmak, her üniversiteye İşletme Fakültesi koymak gibi bir yaklaşım yok.

Almanya’da meslek liseleri (Berufsschule) ve uygulamalı yüksekokullar (Fachhochschule) güçlü bir şekilde destekleniyor. Ausbildung sistemi ise lise sonrası gençleri doğrudan iş dünyasına entegre eden, teoriyi ve pratiği birleştiren üç yıllık mesleki eğitim modeli. Burada meslek eğitimi “başaramayanların mecburi rotası” değil, bilinçli bir tercih.

Üstelik Meister derecesi, Almanya’da üniversiteye giriş hakkı (Hochschulzugangsberechtigung) sağlıyor. Yani bir meslekte ustalık seviyesine gelen kişi, isterse akademik eğitime devam edebiliyor. Bu, mesleki eğitim ile akademik eğitim arasında karşılıklı geçişin mümkün olduğu anlamına geliyor.

Türkiye’de algı sorunu

Türkiye’de meslek yüksekokulları ve meslek liseleri çoğu zaman “puanı düşüklerin gittiği” yerler olarak görülüyor. Oysa mezun enflasyonunun önüne geçmenin en etkili yollarından biri, bu kurumları cazip ve saygın hale getirmek. Teknik ve uygulamalı alanlarda güçlü bir ara eleman kadrosu oluşturulmadan, üniversite mezunlarının işsizlik sorununu çözmek imkânsız.

Peki öğrenciler ne yapmalı?

  1. Hedefinizi netleştirin.
    “Hangi mesleği yapmak istiyorum?” sorusunu, üniversiteye başlamadan önce cevaplayın. Hem ilgi alanınızı hem de iş dünyasındaki talebi hesaba katın.

  2. 4 yıllık diploma zorunluluğunu sorgulayın.
    Teknik, sağlık veya bilişim gibi alanlarda 2 yıllık ön lisans programları, sizi çok daha hızlı iş gücüne katabilir.

  3. Beceri setinizi geliştirin.
    Yabancı dil, teknik bilgi, iletişim becerisi… Hangi alanda ilerlemek istiyorsanız, o alandaki eksiklerinizi öğrenciyken kapatın.

  4. Uygulamalı deneyim kazanın.
    Staj, gönüllü projeler, yarı zamanlı işler… Teori tek başına yetmez.

  5. Bağlantılar kurun.
    Sektörünüzde etkin olun, insanlarla tanışın, topluluklara katılın.

  6. Sürekli öğrenin.
    Bugünkü bilgi 5 yıl sonra geçersiz olabilir. Kendinizi güncel tutmak, sürdürülebilir kariyerin anahtarıdır.

Diploma başlangıçtır, bitiş çizgisi değil

Mezun enflasyonu, sadece bireysel tercihlerin değil, aynı zamanda devletin eğitim ve ekonomi politikalarının bir yansıması. Ancak bu gerçek, gençlerin çaresiz olduğu anlamına gelmiyor. Diplomayı bir hedef değil, bir araç olarak görmek, beceri ve deneyimle desteklemek, hem iş dünyasında hem de kişisel gelişimde fark yaratmanın tek yolu.

Unutmayın, diploma kapıyı aralar. O kapıdan geçmenizi sağlayacak olan ise ne yapabildiğinizdir.

İlker Yıldız

Siyaset Bilimci, Eğitim Danışmanı