Skip links

Gurbetin Hissettirdikleri

Yazılarıma aşina olanlar bu başlığı görünce benden kavramsal bir analiz bekliyor olabilir. Ama bu kez beklentiyi biraz boşa çıkaracağım.
Çünkü bu yazı bir çözümleme değil; bir dertleşme.

Son beş yılda üç ülke, beş şehir değiştirdim.
Her defasında yeniden başladım.
Ve anladım ki “memleket” dediğimiz şey ne dağdır, ne ova, ne de deniz…

Kendini Arayan Adam adlı romanımda şöyle yazmıştım:

“Şehri memleket yapan oraya olan bağıdır insanın. İnsanlarıdır… Sevdiği kimsenin olmadığı bir şehir, dünyanın en güzel yeri de olsa dar gelir insana…”

Memleket insandır.
Yan yana geldikçe, birbirine ses oldukça, göz göze bakınca yüzünü tanıdığın birileridir.

Gurbetin en çarpıcı yanı da budur zaten:
Her şeyi ama her şeyi  yeniden kurmak zorundasınızdır.
Yeni bir adres, yeni bir dil, yeni kurallar, yeni alışkanlıklar, yeni insanlar…
Ve çoğu zaman size eşlik eden tek şey yalnızlıktır.

Türkiye’de alıştığınız düzeni, dostları, yakınları geride bırakıp başka bir ülkede “hiç kimse” olarak başlamak, dışarıdan göründüğü kadar kolay değildir.
Orada kim olduğunuzun bir önemi yoktur artık. Mezuniyetleriniz, kariyeriniz, sosyal çevreniz…
Hepsi bir valizin içinde kalır.
Yeni ülkede sizi kimse tanımaz.
Ve bazen, bir çocuğun konuşmayı öğrenmesi gibi, hayatı baştan öğrenirsiniz.

İşte bu yüzden gurbet, sadece fiziksel bir yolculuk değil; bir karakter sınavıdır.
Çoğu zaman yüksek sesle söylenmez ama…
Gurbette ayakta kalabilen insanlar güçlü insanlardır.
Çünkü yalnızca dil engelini değil, aynı zamanda bir sistemin gizli kodlarını da çözmek zorundadırlar.

Yeni bir iş bulmak, orada tutunmak, bürokratik labirentlerde yol almak…
Dışlanma hissiyle baş etmek…
Ev bulmak, bazen ev bulamamak…
Arkadaş edinmek, sonra o arkadaşları kaybetmek…
Ve bütün bunları yaparken içlerinde bir özlemle yaşamak zorundadırlar.

Hızla akıp giden hayatta, akrabalara ya da eski dostlara kolayca dokunamamak…
Birinin düğününde, bir diğerinin cenazesinde olamamak…
İnsanı içten içe kemiren bir eksikliktir bu.

İşte bu yüzden gurbette yaşayanlara hayranlıkla değilse bile saygıyla bakmak gerekir.
Onlar kolay olanı değil, bilinmeyeni seçmiş insanlardır.
Ve bunu yaparken her gün kendilerini yeniden inşa etmeyi öğrenmişlerdir.

Gurbette yaşayanlar derken de aslında moda tabirle “expat” dediğimiz grubu kastediyorum.
Çünkü bu grup, çoğu zaman göz ardı edilen ama oldukça kırılgan bir topluluktur.

“Expat” kelimesi kulağa lüks çağrışımlar yapabilir.
Yurt dışına kariyer fırsatları nedeniyle gitmiş, yüksek profilli kişiler akla gelir.
Ama burada kastettiğim, belli bir yaşa kadar Türkiye’de yaşayıp sonradan başka bir ülkeye taşınan herkes:
akademisyenler, mühendisler, aşçılar, öğrenciler, evlendiği için göç edenler…

Bu ayrımı önemsiyorum.
Çünkü yurt dışında doğup büyüyen ikinci ya da üçüncü kuşak göçmenler, hayatı zaten o ülkenin diliyle, eğitim sistemiyle, sosyal yapısıyla öğrenmişlerdir.
Okula başladıklarında yan sıradaki çocukla aynı dili konuşurlar.
Aileleri o ülkenin bürokrasisine hâkimdir.
Ev bulmak, iş başvurusu yapmak, sağlık hizmeti almak onlar için daha öngörülebilirdir.

Oysa expatlar için süreç çok daha karmaşıktır.
Yalnızca dili değil, tonu da öğrenmek zorundadırlar.
Yalnızca ulaşımı değil, devlet bürokrasisini, kira sözleşmelerini, sosyal alışkanlıkları da…
Bazen kendilerinden 15 yaş küçük biri çıkar ve “Bu burada böyle yapılmaz,” der.

Ve çoğu zaman “dışarıdan gelen” olarak görülürler.
Sanki bir masaya davet edilmişler ama tam ucuna oturtulmuşlar gibi.
Ne tamamen dışlanmışlar, ne de tam olarak dahil edilmişler.

İşte bu yüzden expatlık, sadece yer değiştirmek değil; bir yeniden inşa sürecidir.
Sıfırdan bir aidiyet, sıfırdan bir sosyal çevre, sıfırdan bir güven inşa edilir.

Ve bu süreç, ne kadar medeni bir ülkede yaşarsanız yaşayın, kolay değildir.

Gurbet, insana yalnızca yeni bir adres değil, yeni bir kimlik verir.  Ve bu kimlik, çoğu zaman sessizce, içe doğru büyüyerek inşa edilir.

Bu inşa sürecinde de değişim gerçekleşir. Belli bir yaştan sonra gurbete giden birinden eskisi gibi kalmasını beklemeyin.

Giden herkes öyle ya da böyle değişmek zorundadır. Adaptasyon süreci değişimi gerektirdiği için değişirler.

 

Her neyse amacım karamsar bir yazı yazmak değildi aslında. Bu yazıyı yazma amacım hem bir empatiye vesile olabilmek hem de 30 yaşından sonra göç etmeyi düşünenlere bir bakış açısı kazandırmaktı.

Umarım yazı amacına ulaşır…

Saygılar

İlker Yıldız