Futbolda Yapısal Irkçılık
Futbol sahalarında 90 dakika boyunca özgürce koştuklarını düşündüğümüz siyahi futbolcular, futbolculuk kariyerleri sona erdiğinde görünmez bir duvara çarpıyor olabilirler mi? Sahada en çok alkış alanlar, istatistikleri altüst edenler, forma satışlarını patlatanlar onlar.
Peki ya kulübede? Takım elbise giyip taktik tahtasının başına geçme vakti geldiğinde neden hemen herkes beyaz?
Bu sorunun cevabı yalnızca futbolun içinde değil, futbolu çevreleyen kültürel, tarihsel ve yapısal eşitsizliklerde gizli.
Rakamlar Ne Diyor?
İngiltere Premier Lig’de oyuncuların yaklaşık %43’ü siyahi ya da etnik azınlık kökenli. Ancak teknik direktör koltuklarına bakıldığında bu oranın %5’in altında kaldığı görülüyor. 2024/25 sezonunda Premier Lig’de görev yapan teknik direktörlerden yalnızca Nottingham Forest’ın eski teknik direktörü Chris Hughton siyahi bir isimdi. Hughton da görevden alındıktan sonra uzun süre iş bulamadı.
Fransa Ligue 1’de ise tablo daha da çarpıcı. Futbolcuların %50’sinden fazlası Afrika ya da Karayip kökenliyken, teknik direktör koltuğunda yer alanların neredeyse tamamı beyaz. 2023-24 sezonunda Ligue 1’de görev yapan 18 teknik direktörün yalnızca 1’i (Montpellier’in hocası Michel Der Zakarian – o da tam anlamıyla azınlık statüsünde sayılmaz) beyaz olmayan bir geçmişe sahipti.
Hollanda da bu eşitsizliğin dışında değil. Ülkede profesyonel kulüplerde görev yapan teknik direktörlerin %95’ten fazlası hâlâ beyaz. Ajax gibi kulüplerin altyapılarında çoğu göçmen kökenli oyuncular yer alırken, üst düzey teknik kadrolarda bu çeşitlilik neredeyse hiç yok. Siyahi oyuncular Hollanda futbolunun yıldızlarıyken, teknik direktörlük pozisyonlarında varlık göstermek hâlâ büyük bir mücadele.
Portekiz ise benzer bir paradoksu yaşıyor. Afrika kökenli pek çok futbolcu Avrupa’nın büyük liglerine buradan geçiş yaparken, Portekiz liglerinde teknik direktörlerin tamamına yakını beyaz Avrupalılardan oluşuyor. Benfica, Sporting ve Porto gibi büyük kulüplerde bırakın bir siyahi teknik adamı, azınlık kökenli yardımcı antrenör bile bulmak oldukça zor.
Yani: Siyahiler oyunun yarısını oynuyor, ama yönetim hakkı %5 bile değil.
Görünmeyen Duvarın Adı: Yapısal Irkçılık
ABD’li sosyolog Joe Feagin’in “yapısal ırkçılık” dediği şey tam olarak bu. Kimse “sen siyah olduğun için antrenör olamazsın” demiyor, ama sistem öyle işliyor ki zaten bu koltuklara oturmak için gereken ilişkiler ağı, fırsatlar, eğitim ve referanslar çoğunlukla beyaz erkekler arasında dönüyor.
Eski Fransız milli oyuncu Lilian Thuram’ın şu sözleri durumu özetliyor:
“Siyahilerin hızlı koşması sorun değil. Ama düşündüğünü söylemesi hâlâ rahatsız edici geliyor bazılarına.”
Yani siyahi futbolcu ‘kas gücü’, beyaz teknik direktör ‘akıl ve strateji’ ile özdeşleştiriliyor. Irkçılığın en rafine hâli: stereotip üretme.
Örnekler Konuşuyor: Henry, Seedorf, Vieira
Futbol tarihinin en büyük isimlerinden Thierry Henry, Patrick Vieira, Clarence Seedorf, Yaya Touré gibi futbolcuların teknik direktörlük kariyerleri ya hiç başlamadı ya da sürekli engellerle karşılaştı.
Henry, Monaco’da görev yaptı ama kısa sürede gönderildi. Daha sonra Kanada MLS takımlarında görev aldı. Vieira, Premier Lig’de Crystal Palace gibi takımlarda çalıştı ama hiçbir zaman “büyük” takım fırsatı verilmedi. Seedorf, Milan’da teknik direktör oldu ama birkaç ay sonra yollar ayrıldı. Sonrasında hiç büyük takım çalıştıramadı. Yaya Touré ise hâlâ yardımcı antrenörlükte tutuluyor.
Öte yandan Frank Lampard, Steven Gerrard gibi beyaz oyuncular, çok kısa oyunculuk geçmişi sonrası doğrudan Premier Lig kulüplerinde teknik direktörlük şansı bulabildiler.
Rooney Kuralı: Samimi Bir Çözüm mü?
İngiltere Futbol Federasyonu (FA), ABD NFL’den esinlenerek “Rooney Kuralı” benzeri bir düzenleme getirmeye çalıştı. Buna göre altyapı takımları için teknik direktör alınırken en az bir azınlık kökenli adayla görüşme yapılması gerekiyor.
Ama bu düzenleme Premier Lig gibi üst seviyelerde geçerli değil. Ayrıca, azınlık kökenli isimlerle yalnızca “görüşülüyor” ama nihai kararlar hâlâ statükonun elinde. Eşit fırsatlar yaratılmadıkça bu tür uygulamalar yalnızca vitrin süsü olmaktan öteye gitmiyor.
Tüm bu tablo, bize futbolun ne kadar adil olmadığını gösteriyor. Sahada alkışlanan, gol kralı olan, yıldız ilan edilen isimler; kulübe geldiğinde “tecrübesiz” ya da “liderlik kapasitesi zayıf” diye nitelendiriliyor. Ve bu kodlamanın arkasında yalnızca bireysel kararlar değil, derin kültürel önyargılar var.
Futbol, hâlâ beyaz olmayanların özgürce var olabildiği bir alan değil. Görünmeyen bir duvar, sahadaki başarıyı kulübeye taşımanın önüne set çekiyor. Bu duvarı yıkmak için daha çok örnek, daha çok farkındalık ve daha çok eşitlik mücadelesine ihtiyaç var.
İlker YILDIZ
