Ekim Notları: Yeni Başlangıçlar, Fas’ın Renkleri, Gastrofest
Ekim; bir imza, biraz çöl kumu, bir mini festival ve bir kitap şeklinde geçti. Bundan sonra her ayın ilk haftası bir önceki ayın benim için nasıl geçtigine dair bir şeyler karalama kararı aldım. Başlıklardan da anlayacağınız üzere bu ay eşimle bir kaç yere imza atmak istedik, hemen ardından balayı FAS turu gerçekleştridik döner dönemez de İzmir’de Gastrofest’in ziyaretçisi oldum. Son haber ise en yakın arkadaşımın üçüncü kitabını kutladık. Hepsinden biraz biraz bahsedeceğim.
Evlilik Müessesesi
Evlilik bende ‘ortaklık’ gibi bir şeyi çağrıştırıyor. Deftere atılan imza da aslında sözleşme; bir de üstüne devleti de şahit tutuyorsun. Çünkü sözünü tutmazsan yaptırımı var, herhalde bundan dolayı belediyede evleniyor, mahkemede boşanıyorsun. Öte yandan uzun yolun yolcusu çift olmanın yine bana hissettirdiği ‘heybemi açıyorum—sen de aç’ diyerek başlaması. Bu birlikteliğin en lezzetli hali birlikte üretmek, bazen şenlik, bazen sancı; ama yeni bir ortak heybeyi canınızın istediği kadar doldurmak, yeni yeni, farklı farklı şeylerle.
Fas Hızlı Notlar: “Renk, Kaos, Ritim"
Balayı adı altında Fas’ı sıkıştırdık. “Sıkıştırdık” diyorum çünkü; bir yanda yeni bir imza, öte yanda bavulun dibinde bekleyen uçak biletleri 🙂
Fas’a vardığımız gece Türkiye’de Cumhuriyet Bayramı’na denk geldik ve bende tuhaf bir his yarattı. Monarşiyle yönetilen bir ülkede kendi modernleşme hikâyeni uzaktan izliyorsun; garip bir yankı oluşuyor. Belki de insan, bir ülkenin dönüşümünü anlamak için başka bir ülkenin gölgesine gitmeli diye düşündüm.
Fas, kendi içinde katmanlı bir dil gibi. Üst kimlikte Fransızca, altta Arapça, aralarda Berberice fısıltılar. Fransız etkisiyle şekillenmeye çalışıyor şehir kurumsal anlamda, bir yandan da Sahra çölün tozuna karışmış başka bir tarih akıyor. Berberiler, o kuraklıktan çıkmış neşeleriyle ayrı bir evren. Özellikle Merzouga’da, Sahra’nın eşiğinde, deveyle kum tepelerine çıkıp gün batımını izlemek — o sessizliğin içinde bir anda çıkan Berberi ritimleri — insanı zamanın dışına taşıyor.
Marrakesh tam bir kaos. Her sokakta ayrı bir ritim, her köşede başka bir koku. Pazarda biri safran satıyor, diğeri takı; kimse sessiz değil. Hele o tabakhane tarafı, aman aman.
Casablanca ise biraz nefes aldırıyor. “Şehir şehir bir yer” derken tam olarak bunu kastediyorum: düzenli, tahmin edilebilir, hatta biraz sıkıcı. Ama bu kadar karmaşanın ardından biraz sıkıcılık da iyi geliyor insana. Hem de atlantiğin kıyısında.
Güvenlik konusuna gelirsek… Uzaktan bakınca Fas “sert” görünüyor ama içeriden gayet yumuşak bir yer. Girip çıkmadığımız yer kalmadı, her defasında birileri gülümsedi, yardım etti, tarif verdi. Yani medyada gördüğünle sokakta gördüğün arasındaki farkı net yaşıyorsun.
Bir seyahat dersi olarak şunu not aldım: Araba kiralarken iniş-kalkış havalimanın aynı olsun. Değilse, şirketler “o havalimanını biz tanımıyoruz” diyerek seni çok eğlenceli maceralara sürükleyebiliyor 🙂
Sri Lanka’dan sonra Fas iyi bir tecrübe oldu.
Bir sonraki destinasyonun neresi olacağını bilmiyorum ama bu gezi bana bir şeyi hatırlattı:
Bazen yer değiştirmek değil, yerin sende değiştirdiği şey asıl yolculuk oluyor.
🍴 İzmir GastroFest: Bir Günlük Zihin ve Damak
Döner dönmez İzmir’deyim. Her Kasım bir ritüel gibi, GastroFest zamanı.
Bir günlüğüne şehir, mutfakla düşüncenin kesiştiği bir pazar yerine dönüşüyor; bir yanda paneller, öte yanda tabaklar.
Bu yılki program yine dopdoluydu. Yemek ve Sanat temasıyla Türkiye’nin gastronomi politikaları ve sanatsal yaklaşımlar üzerine yapılan tartışmalar, üreticiyle tüketici arasındaki mesafenin sadece fiziksel değil, zihinsel olduğuna dair güçlü bir hatırlatma gibiydi. Panel tarafı güçlüydü; masada laf değil fikir vardı.
Sonra sahneye isimler geldi:
Osman Sezener (Od Urla), sade ama derin anlatımıyla Ege’nin sofralarını yeniden düşündürdü.
Ömür Akkor, kendi mutfak yolculuğundaki tevazusuyla Anadolu mutfağını coğrafya değil hikâye üzerinden anlattı.
Danilo Zanna, o kendine özgü enerjisiyle “lezzet anlatısının dili”ni tartıştırdı.
Osman Serdaroğlu ve Çiğdem Algök ise mutfağın sadece damakla değil, bellekle de ilgisi olduğunu hatırlattılar.
Bir panelde özellikle ilgimi çeken konu, Etiketin Sanatı: Şarapta Kimlik ve Hafıza başlıklı sunumuyle şarap şişesi etiketleri üzerineydi. “Sanat mı, değil mi?” diye başladılar; ben ise sessizce “etiket bazen sofranın hikâyesini yazıyor” diye düşündüm. Etiketin tasarımı kadar, o tasarımın çağırdığı duygular da konuşulmaya değerdi. Teşekkürler Sabiha Apaydın Gönenli.
Bir yandan paneller sürerken, alanda olağanüstü tatlar da dolaşıyordu. Gerçek bir denge işi: zihinsel bir festivalin ortasında, damakla düşünmek.
Bu vesileyle, festivalin perde arkasında emeği geçenlere de bir not düşmeden geçmek olmaz:
Organizasyonda Brand Travel’dan Metin Süerkan ve Italturizm’den Ira’ya kocaman teşekkürler. Bu kadar yoğun bir programı bu kadar sakin ve özenli yürütmek herkesin harcı değil.
Kısacası, İzmir GastroFest yine tam yerinde, tam dozunda geçti.
Zihin doldu, mide doldu, defter dolu.
Son olarak 📚 İlker’in Yeni Kitabı: İktidarın Karanlık Yüzü
En yakın arkadaşım, bu sitenin de üretim motoru İlker’in yeni kitabı çıktı: İktidarın Karanlık Yüzü.
Sipariş verdim; henüz elime ulaşmadı ama içeriğini biliyorum.
Yine titiz, derli toplu, ama bu kez biraz daha enformasyona bir metin var karşımızda gibi hissediyorum.
Uluslararası ilişkiler, rejimler, güç ve iktidar dinamikleriyle hâlâ ilgileniyorsanız, bu kitap tam o dengeyi tutuyor.
Kuru akademik değil, ama güzel bir derleme.
Merak edenler için linki şuraya bırakıyorum:
👉 kitapyurdu.com/iktidarin-karanlik-yuzu
Bir dostunun üretimine tanıklık etmek, bazen kendi üretimine de ayna tutuyor.
Kapağı elime alacağım anı bekliyorum — çünkü bazen bir kitabı okumak, sadece fikirle değil, o fikre giden yolun tanıklığıyla da ilgili.
MEMDUH BOZKURT
