Skip links

Aidiyetin Bedeli ve Bir Tutam Kafa Karışıklığı: Kimlik İnşası Üzerine İçsel Denemeler (I)

Bu yazı dizisi; ahir zaman yolculuğumda zihinsel feryat taşıdığıma dair anları inceliyor olacak.

Hem kişisel hem de kuşaklararası bir hesaplaşma olarak da düşünebiliriz.

Başlangıç olarak, hazır düşüncelerle büyüyenlerle, kendi yolunu kendi çizen çocuklar arasındaki mukayeseyi ele alacağım.

Bazı çocuklar büyürlerken, dünya görüşlerine dair düşüncelerini hazır alır. Peşin. Berrak. Net.

Bazı çocuklar ise bu görüşü, hayatı boyunca kendi içinde üretmek zorunda kalır.

Bu ikisi arasında geçen hayat, sadece bir fikir yolculuğu değil; duygusal, sosyal, sınıfsal, hatta varoluşsal bir savrulmadır.

Aman ha! “Hayat bir varoluşsal sancıdır” şeklinde 100 yıllık Sartre lafı etmiyorum.

Ama şunu diyorum mesela, bazı hazır alınan düşünceler vardır, büyükbabası da öyledir, annesi de öyle düşünmüştür, mahallesinde de o şekilde düşünen çok arkadaşı vardır vb.

Dolayısıyla bu çocuk için düşün dünyasının yolculuğu ve yetişkinlikte varacağı yeri ekseriyetle bellidir.

Sakın ha! “Hayat zordur, savrulmalar vardır ve de felsefidir” şeklinde100 yıllık Camus lafı da etmiyorum yanlış anlamayın! Benim işim de değil uzmanlık alanım da.

Ama şunu diyorum mesela, bu hazıra konmuş, ezbere giden çocuğa kıyasen kendi ezberlerini ve kendi hazırlarını yine kendi içinde üretmek zorunda kalan çocuğun hali nicedir? ve ne olacaktır?

Neyse, ne olacaksa olacaktır. Göreceğiz. Çünkü ben, ikinci seçenektekiyim. Ve bu yazı, benim gibi düşünen, hisseden çocuklara gelsin daha çok.

1. Çocukken İdeolojiye Maruz Kalmak (Hepsi dahil)

Çocuklar 11-12 yaşına kadar soyut şeyleri tam kavrayamaz, der Piaget, yani çocuğun tam da bu somut işlem dönemindeyken ona ümmet fikrini, globalciliği, “ehl-i dünya” kavramını sunarsanız; onun zihninde bu fikirler şekil almaz, sadece iz bırakır. Bakın bu tespit bilimsel ispatlanan bir şeydir, siz ister inanın ister inanmayın.

Yani siz bir çocuğa haramdı, helaldi işte melekti, davaydı gibi kavramları arka arkaya boca ettiğiniz zaman, planını yaptığınız şeye aslında pek de hizmet etmiş olmuyorsunuz.

Çünkü bu kavramlar netlik değil, belirsizlik yaratır. Siz zannediyorsunuz ki; ben bunları erken yaşta yükleyeyim, sonra bana benzer bir asker edeyim!

Ağabey o iş pek de düşündüğünüz gibi yürümüyor.

Ekseriyetle, o çocuk, büyüdüğünde, kim olduğunu bilmekte o kadar zorlanıyor ki; sadece ne olmadığından emin ve ne olduğu konusunda müthiş kararsız garip bir şeye dönüşüyor.

2.Ilımlı Muhafazakâr Yapıların Belli-Belirsiz Öğretileri (Diğerleri hariç)

Diğerleri hariç dedim çünkü özellikle bu dünya görüşünün ürünlerine eğilmek istedim: Ilımlı Muhafazakâr! Eminim 20 yaş altı bir kardeşimiz bu kavramı duyduğunda, “ne yani ılık gibi bir şey mi?” diye şakasını basar geçer.   

Sana hak verip de başıma iş almayacağım kardeşim ama bundan sonrasını sana anlatır gibi devam edeyim, şöyle düşün: Ne tam İslamcı oluyorsun, ne tam milliyetçi, ne tam evrensel…

Her şeyden biraz ama hiçbir şeyden tam olmayan bir düşünsel ortamda büyüdüğünü hayal et kardeşim, yönsüz ve karanlıkta kalıyorsun. Cevapları tutarsız sorularla geçiyor ömrün.

  • Dindarlığımız mı ön planda, (diyorsun kendi kendine, eeee o zaman neden deli gibi tebliğ yapmıyoruz? Niye dinimize, kitabi bir şekilde uymuyoruz, haramlar, hellaler niye 3 senede bir güncelleniyor?)
  • Türkçemiz mi ön planda (e neden sadece dünya ana karalarının sadece bir kısmında faaliyet gösteriyoruz, hatta diyorsun ki, yahu muhtevasından bihaber sadece Türkçe dilini yayma cemiyeti gibi nereye gidiyoruz), yoksa Türkçülük mü? (eyvah! bu konu zaten çok sancılı)
  • Peki ya karşı tarafı tanımlarken boğuştuğumuz sorular? Solcular günah mı, yoksa sekülerler ehl-i dünya mı? (bu kısım biraz daha netleşiyor gözünde en azından, çünkü alkol ve seks falan var normallerinde, ayırt edebiliyorsun az da olsa)

Ama bu tutarsızlıkların üst üste artçı şoklar gibi geldiğini düşün yıllarca, sence zihninde bir aidiyet mi inşa ediliyor? Yoksa, aklı sürekli kiraya verilmeye hazır bir tubitak birincisi mi?

3. O Esnada Gelen Hazır/Net İdeolojilerin Çocuğu (Yani Diğerleri)

Şimdi, bu ılımlı muhafazakâr yapının dışına çıkalım ve daha net, hazır ideolojilere sahip çocukların dünyasına bakalım.

Bu hazırcı çocuk kardeşimiz için de aslında Piaget dönemi yine aileleri tarafından, yukarıdaki örnekte olduğu gibi perişan edilirken, ufak bir fark açığa çıkıyor, o da: radikal milliyetçilik, sosyalizm, faşizm ya da dindarlığın bazı uç versiyonların yüklemesine bakalım. İnanır mısınız bu yüklemeler çocuk kardeşimizin kimlik inşasına daha az zarar veriyor. (Ben en azından bunun canlı şahidiyim)  

Kime ait olduğu, kimin düşman olduğu, neyin kutsal olduğu bu çocuk kardeşimize doğrudan ve anlaşılır bir şekilde söyleniyor. Mesela : Biz Türk’üz, bu vatan bizim. Ne mutlu Türk’üm diyene.

Bitti gitti kardeşim. Hadi yolun hayırlı olsun.

Bundan sonra hayatının geri kalan kısmında, bu konularla ilgili ne vicdanınla ne aklınla ne de geçmişinle neredeyse hiç boğuşmayacaksın. (Birkaç yaptığın gençlik hatası dışında)

Çünkü netlik sana aidiyet hissini, o his de sana psikolojik güveni ve hatta o da duygusal bağlılığı getirecek. Açıkçası yolum seninle kesiştiği zmanları hatırlıyorum da, netliğini dinlerken tüylerim diken diken oluyordu.

Sonra şöyle homurtular duyar gibi oluyordum: Ama bu netlik, sorgulamanın önünü de kapatır. Ama bu netlik duyarsızlık, fanatizm, dışlayıcılık da getirebilir.

Aman ha kardeşim! şu an bunun neredeyse hiçbir önemi yok. Çünkü o aşama bizim fersah fersah önümüzdeki bir aşama. Sen bunlara kulak asma!  

4. Kafa Karışıklığını Yıllarca “Derinlik” diye Satmak?

Meseleyi bir yere bağlamam iktiza ettiği için aklıma ilk gelen bu bağlamların son hissiyatını ekleyeyim.

Benim gibiler için bu kafa karışıklığı aslında bir zayıflık değil; bir düşünce ve vicdan derinliğidir, dedim yıllarca.

Güzel ülkemde, bizler biraz seyyahız dedim, biraz farklı mahallerlerde gezer biraz farklı öğretilerde misafirlik ederiz dedim.

Biz hızlı karar veremeyiz belki, ama kararlarımızı verirken kırmadan, dışlamadan, anlayarak hareket ederiz dedim. Bu yüzden geç uyanırız, ama hakikate daha yakınız diye büyük büyük laflar ettim.

Yanılmışım.

35 yaşımda yanıldığıma dair düşünceler zihnimde demlenmeye bıraktı kendini kardeşim.

35 sene sonra geriye dönüp baktığımda her şey yarım, her şey parçalı. Ve kardeşim sen bu parçalı geçmişten derli toplu bir insan olmaya çalışıyorsun.

Bu ne kadar taktire şayan bir gayret olsa da hiçbir zaman kemale eremiyor ve olgunlaşamıyorsun. 

Ben bunların içinden geçen biriyim. Ve eminim bu satırları okurken içinde bir nebze inleme hissettiysen sen de onlardan birisin.

Bizim gibi çocuklar, hiçbir zaman çığlık atamıyor, nara atamıyor, gürültü çıkaramıyor, sadece sessizce inliyor. Sessizce ve usulca. 

Vesselam..

Bu yazı, yukarıda girişte bahsettiğimin aksine sadece geçmişin muhasebesi değil, geleceğin düşünsel temellerini kurma çabası olarak da devam edecektir. Bu inlemelerden bir aidiyet doğar mı? Bir sonraki yazıda bunu sorgulayacağım.

Memduh BOZKURT