Skip links

Otoriter Rejimler Serisi 1- Stroessner Rejimi Üzerinden Otoriterliğin Anlamı ve Sınırları

Bir ülkeyi otuz beş yıl boyunca yöneten bir liderin ardından geriye ne kalır? Bir ideoloji mi? Bir kalkınma modeli mi? Yoksa hafızaya kazınmış derin bir sessizlik mi? Paraguay’da General Alfredo Stroessner’in ardından kalan şey, yalnızca otoriterliğin biçimsel bir yönetim tarzı değil, toplumsal dokuyu baştan aşağı dönüştüren bir sistemdir. Stroessner örneği, siyaset bilimi literatüründe hem otoriter kurumsallaşma hem de kişiselleşmiş iktidar üzerine düşünmek için güçlü ve öğretici bir vaka sunar.

Otoriterlik Teorileri Işığında Stroessner

Modern siyaset biliminin temel ayrımlarından biri rejim tipolojileridir. Juan Linz’in klasik tanımında otoriter rejimler, sınırlı siyasi çoğulculuk, siyasal katılımın denetlenmesi ve bir tür ideolojik gerekçelendirme ile tanımlanır. Stroessner’in Paraguay’ı bu tanıma büyük ölçüde uyar. Fakat burada mesele yalnızca “otoriter” bir rejim değil, aynı zamanda “kişiselleşmiş otoriterlik”tir.

Bu tür rejimlerde karar alma süreçleri kurumlardan çok kişilere bağlıdır. Stroessner döneminde yasama, yürütme ve yargı organları neredeyse tamamen liderin kontrolüne girmişti. Devletin meşruiyeti rasyonel bir hukuk sistemine değil; sadakat ve korkuya dayalı patrimonyal ilişkilere yaslanıyordu. Bu yönüyle Stroessner, Barbara Geddes’in tanımladığı “kişiselleşmiş diktatörlük” modeline adeta birebir uyar.

Karşılaştırmalı Perspektif: Pinochet, Videla ve Stroessner

Stroessner rejimi Paraguay’a özgü bir istisna değildi. Aynı dönemde Güney Amerika’nın birçok yerinde benzer yönetimler ortaya çıktı: Şili’de Pinochet, Arjantin’de Videla, Brezilya’da ise askerî cunta… Ancak Stroessner’in rejimi, bu örnekler kadar uluslararası dikkat çekmemiştir. Belki de bu yüzden daha az tartışıldı ama daha çok içselleştirildi.

Pinochet ekonomik reformlarıyla uluslararası arenada konuşulurken, Stroessner daha çok statükoyu koruyan, ideolojik keskinlikten uzak ama pragmatik bir yapı kurdu. Bu yapı, rejimi daha “gri” kıldı – belki daha az görünür, ama bir o kadar da kalıcı.

Rantçı Otoriterlik ve Dağıtım Koalisyonları

Stroessner rejimi yalnızca siyasi değil, ekonomik olarak da bir dağıtım mekanizması kurdu. Özellikle 1970’lerde Brezilya ile ortaklaşa inşa edilen Itaipú Barajı, dış gelirlerin ana kaynağı haline geldi. Stroessner bu kaynakları Colorado Partisi ve askerî bürokrasiyle kurduğu çıkar koalisyonlarını beslemek için kullandı.

Burada Daron Acemoğlu’nun “dar kurumlar” ve “çıkar ittifakları” üzerine söyledikleri hatırlanabilir. Stroessner, açık rekabete dayalı bir ekonomi yerine, kaynakların merkezi olarak dağıtıldığı bir sistem inşa etti. Bu yapı hem rejimi sağlamlaştırdı hem de ülkede gerçek bir dönüşümün önünü tıkadı.

Otoriterliğin Sessizleştirdiği Bir Toplum

Bu rejimin belki de en kalıcı mirası, siyasetten çok hafızada gizlidir. Stroessner yalnızca muhalefeti bastırmakla kalmadı; toplumu kendi geçmişinden ve kimliğinden de kopardı. 1989 sonrası dönemde dahi Stroessner rejimi hakkında konuşmak uzun süre tabu kaldı. Sessizlik, sadece baskının değil, sistematik bir unutmanın da işaretiydi.

Burada yalnızca teknik bir otoriterlikten değil, devlet ile toplum arasındaki bağın aşınmasından söz ediyoruz. Devletin yurttaşını koruması beklenirken, Stroessner’in Paraguay’ı yurttaşını izleyen, fişleyen ve gerektiğinde ortadan kaldıran bir makineye dönüştü. Bu yalnızca siyaseti değil; ahlaki düzeni ve gündelik hayatı da içten içe çürüttü.

Son Soru: Otoriterliğin Sınırı Nerede Başlar?

Stroessner’in uzun süren sessiz diktası, bugün hâlâ geçerliliğini koruyan bir soruyu yeniden gündeme getiriyor: Siyasi istikrar uğruna ne kadar otoriterlik kabul edilebilir? Ve daha da önemlisi, ekonomik büyüme, adaletin ve özgürlüğün yokluğunu ne kadar süreyle örtebilir?

Belki de asıl mesele şu: Sessizlikle sürdürülen bir düzen, sonunda en derin soruları da sessizleştirir. Stroessner örneği, otoriterliğin sınırlarının yalnızca anayasal değil, ahlaki ve toplumsal olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

İlker YILDIZ